Yaşadığımız hayattan zevk ve tad alınabilmesi için mutlaka bir miktar kaygıya ve endişeye ihtiyaç vardır. Bu nedenle insanın yaşamından kaygıyı silmek yerine, kaygıya yenik düşmeden ve yaşanılan kaygıyı belli bir düzeyde tutarak, kaygıdan güç ve hız almak gerekiyor. Zihinsel ve bedensel düzeyde yoğun biçimde yaşanan kaygı, öğrencinin çalıştığı konuya yoğunlaşmasını engellediği gibi, öğrenme ve hatırlamasını da güçleştirir.
Orta düzey dediğimiz normal düzeydeki kaygı, öğrencinin isteğini arttırır, karar aldırır, hedefleri doğrultusunda enerji üretir ve bu enerjiyi kullanarak performansını ve dolayısıyla başarısını artırır. Kaygının yaşanmaması ise öğrencide çalışma isteğini köreltir. Çalışma isteğinin olmadığı durumlardan da genellikle bir sonuç alınamaz.
Orta düzey ya da olumlu kaygı düzeyi dediğimiz düzey, her öğrenci için farklı olmakla birlikte, önemli olan öğrenciyi kesintisiz ve etkin çalışma içerisinde tutabilen kaygı düzeyidir. Asıl mesele sağlanan bu kaygı düzeyinin sürdürülmesidir.
Bilimsel araştırma sonuçlarına göre, normal (orta) düzeyin üzerine çıkan kaygı düzeyi, öğrenme motivasyonunu düşürür. Vücudumuzda fazla miktarda olan adrenalin, gerginlik ve kaygı sırasında beyinde öğrenmeyi güçleştiren etkenlerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Öğrenme işlemi için gerekli protein zincirlerinin kurulmasını engeller. Gerginliğin ve kaygının damarlarda daralmaya sebep olarak öğrenmenin olumsuz olarak etkilenmesinin sebebi, hücrelerin kapasitelerini yeterince kullanamamalarıdır.
Yüksek kaygı yaşayan öğrenci, çalışmak için gerekli enerjiyi kaygıyla tüketir ve gerçek performansının çok altında bir başarı sergiler. Sınava da aynı kaygı taşınacak olursa, öğrenci bedensel tepkilerini kontrol edemeyecek, hatırlayamadığı sorular karşısında paniğe kapılacak, dikkatini yoğunlaştırıp doğru düşünemeyecektir. Sonuçta bildiği soruları da yapamayacak veya yanlış kodlama yapacaktır.
Kaygı ile öğrenme arasındaki ilişkiyi göstermek açısından farklı kategorilerden öğrencilerin görüşlerini sunmak istiyoruz:
Kaygıyı tetikleyen durumlara geçmeden önce ilginç bir araştırma sonucunu size aktarmak istiyorum. Bu araştırmaya göre, kaygı duyduğumuz şeylerin;
Öğrencide kaygının oluşmasını tetikleyen düşünceleri, ileride ayrıntılarına gireceğimizi belirterek şöylece sıralayabiliriz:
Kaygı, yukarıda sıraladığımız iç veya dış etkenler dolayısıyla ortaya çıkar… Bu tetikleyici düşünceler, öğrenci tarafından psiko-sosyal varlığına tehditmiş gibi algılanır. Bu algılama biçimi öğrencide sınav kaygısı düzeyini yükseltir. Kan basıncı yükselir, kalp atışları hızlanır, gerginlik ve heyecan duyguları yaşanır.
Sonuçta bu duygu onu, huzursuzluk, tartışma, unutkanlık, düşünme gücünde azalma, sık sık tuvalete gitme, içe kapanma, şaşkınlık, telaş, panik, umutsuzluk, iştahsızlık, bir sınavdan önce gevşeyememe veya sınavda bildiklerini unutma hallerine kadar götürebilir.
Yüksek sınav kaygısı yaşayan öğrencilerin, normal sınav kaygısı yaşayan öğrencilere göre başarıları çok daha düşüktür. Çünkü kaygı, en olumsuz etkisini böylesi önemli sınav zamanlarında gösterir. Gazete ve televizyonların sınava yakın zamanlarda yaptıkları yayınlarda öğrencilerimizin % 25′ inin yüksek sınav kaygısı yaşadığından bahsediyor. Ancak bizim kanaatimiz bu oran, belirtilen yüzdenin çok çok üzerinde. Çünkü Türk insanın genel yapısı ve Türkiye’nin sosyo-ekonomik şartları hepimizce bilinen bir konu.
Şüphesiz kaygı-cinsiyet bağlantısında, kız öğrencilerin erkek öğrencilere göre daha yüksek sınav kaygısına sahip olduğunu kestirmek güç değildir. Ancak sınav kaygısının olumsuz etkileri açısından bakıldığında, erkek öğrencilerin daha çok etkilendiklerini görüyoruz.
Araştırmalar, kaygının olumsuz ve ket vurucu etkilerinin orta ve düşük zeka düzeyindeki öğrencilerde ortaya çıktığını gösteriyor. Oysa özellikle çevrenin yüksek başarı beklentisi ve ailelerin yanlış tutumları dolayısıyla zeka düzeyi yüksek öğrencilerde kaygının olumsuz etkileri daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Anlaşılan o ki, kaygının Biyoloji ve Coğrafyası yoktur(!)
Kaygı, gerçekçi ve akılcı olmayan inançlarımızın bir ürünüdür. İnançlarımızın temelinde de bakış açılarımız ve zamanla oluşturduğumuz yargılar vardır. Örneğin “Başarılıyım” veya “Başarısızım” gibi yargılar inanç haline dönüşerek kaygı duygusunu oluşturur. İşte o yanlış inanç örneklerinden birkaç tanesi:
Mademki, kaygılı olma durumu, gerçekçi olmayan inançların bir sonucu, o halde siz de sol beynimizin mantık özelliğinden yararlanarak akılcı inançlar geliştirin.
İnançların kendi kendilerini gerçekleştiren kehanetler olduğunu da unutmayın. Peki ya varsayımlar? -se,-sa… Bunlar ne kadar mantıklı? Evet, çok doğru teyzemin sakalı olsaydı, dayım olurdu.
Zihninizdeki ve gönlünüzdeki tüm batıl inançları ve onların putlaşmış düşüncelerini yıkmaya ne dersiniz?
Eğer iyi bir konuşmacı olmak istiyorsanız üslubunuzu geliştirme ve üslup çeşitleri konusuna kafa yormalısınız. Her…
Etkili konuşma yapabilmenin temel kurallarından birisi konuşmanızı eğlenceli hale getirmektir. Eğer dinleyicilerinizin verdiğiniz mesajı en…
Etkili bir konuşma yapabilmek için dinleyicileri ikna etme ve konuşmayı sonlandırma konularına fazlasıyla önem vermelisiniz.…
Yöneticiler hem kendilerinin hem de kurumlarının başarısı için zaman yönetimi konusunda ustalaşmalıdır. Yöneticiler için zaman…
Bir konuşmanın etkili olabilmesi, konuşmaya nasıl başlandığına bağlıdır. Güzel başlamayan bir konuşma genelde güzel devam…
Etkili bir konuşma yapmak için mutlaka bir hazırlık planı yapmalısınız. Konuşmacıları birbirinden ayıran en temel…