Öz Güven ve Öz Saygı Kazanmak
Öz güven ve öz saygı kavramları tarihin her aşamasında önemli olmuştur. Günümüz dünyasında da gerek kişilerin başarısını, gerek hayat kalitesini ve gerekse sosyal ilişkilerini etkileyen temel faktörlerden biri olarak önemini korumaktadır. Bu yazımızda size “Öz Güven ve Öz Saygı Kazanma” konusunun ne gibi faktörlerden etkilendiğini örneklerle açıklayacağız.
“lyi veya kötü diye bir şey yoktur, ancak düşünüş iyi ve kötüyü yaratır.” Shakespeare
Günlerden bir gün kurbağaların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da, arkadaşlarını seyretmek için kulenin dibinde toplanmışlar. Ve yarış başlamış. Gerçekte, seyirciler arasından hiçbiri, yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece şu sesler duyulabiliyormuş: “Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaksınız!”
Yarışmaya başlayan kurbağalar da kulenin tepesine ulaşamayacaklarına inanmışlar ve teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. Sonunda, bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler hâlâ bağırıyorlarmış: “.. Zavallı! Hiçbir zaman başaramayacaksın!”
Eğer öz güven kazanma ve geliştirme konusunda profesyonel desteğe ihtiyaç duyuyorsanız https://www.sayginnlp.com/kisisel-gelisim-egitimleri/ içeriğimizi inceleyebilir ve ilginizi çeken programlar ile ilgili bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Ama kalan son kurbağa, büyük bir gayretle mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş, bu işi nasıl başardın diye.
Ve son anda farkına varmışlar ki, kuleye çıkmayı başaran kurbağa sağırmış!
Hayatta zirveye çıkabilmek için gelişim ve değişim faaliyeti içinde olmamız gerekir. Bu durumları yaşarken aynı zamanda karşımıza çıkan belli durumlarda, sorunlarla yüzleştiğimizde kendimize olan güven duygumuzda sarsıntılar hissetmişizdir, ya da yapmak istediğimiz bir şeyi gerçekleştirme konusunda yeterliliğimizden kuşku duyduğumuz olmuştur.
Böylesi anlarda olaya yeniden kendimize ilişkin olumlu duygular yaşayabilmek için olaylara olan yaklaşımımızı kontrol edebilmeliyiz. Bazılarımız için ise hissedilen kendine güvensizlik, stres, acı, çöküntü gibi durumlar kalıcı bir duygu haline dönüşüp, gün geçtikçe daha yıpratıcı bir duruma gelebilir. Şunu bilmeliyiz ki, farkına varmadan nasıl kendimize güvenmemeyi öğrendiysek, kendimize olan güvenimizi arttırmayı da öğrenebiliriz. Bunu yapabilmek için öncelikle öz güven eksikliğinin nedenleri üzerinde duralım.
Bazı insanlar çoğunlukla, kendine olan güvensizliğinden bulunduğu ortamı, çevresini sorumlu tutma eğilimi gösterir. Şu bir gerçek ki, öz güvenimizi arttırırsak, çevremize ilişkin algımız da değişir. Bu değişim nasıl olmakta? Biz bir zaman çevreyi doğrudan değiştiremeyebiliriz, ya da olup bitenleri etkileyemeyebiliriz. Değişiklik çevrede değil, bizim çevreyi nasıl yorumladığımızda, algıladığımızdadır.
Kendimize olan güvensizliğimizi sürdürmemiz, kişisel algılarımız nedeniyledir.
Öz saygınızı olumsuz etkileyen özel durumlar şunlardır:
- Kendinize koyduğunuz katı kurallar ve “olmalı” lar.
- Mükemmeliyetçilik -kendinize koyduğunuz yüksek, erişilmez standartlar.
- Eleştiriye aşırı duyarlılık.
- Atılgan olamama, kendini, duygularını ve düşüncelerini açıkça ifade edememe.
Tüm bu durumlarla iç içe giden bir zehirlenme söz konusudur. Zehrin temel kaynağı ise “hastalıklı eleştiri”dir.
Bu sizin kendi kendinize yaptığınız, kendi kendinize sessizce sürdürdüğünüz bir konuşmadır.
Bu hastalıklı eleştiri türü..
- Sizi sürekli başkalarıyla kıyaslar, onların başarılarını ve yeteneklerini gözünüze sokar.
- Ulaşılmaz yüksek standartlar koyar ve en ufak hatada sizi zorlar.
- Hatalarınızın dosyasını tutar ama hiçbir zaman güçlü yanlarınızı ve yeterli olduğunuz durumları
hatırlatmaz. Onları kaynatır, eritir. - Nasıl yaşamanız gerektiğine dair size hazır öyküler sunar. Bu yaşama kurallarının dışına çıktığınızda,
hatalı ve beceriksiz olduğunuzu haykırır. - En iyi olmanızı söyler, olamadığınızda sizi aptallık, çirkinlik, zayıflıkla yargılar.
- Arkadaşlarınızın, dostlarınızın beynini okur ve onların sizden sıkıldığına, onlara itici geldiğinize
sizi ikna eder. - Zayıflıklarınızı abartır. Bir yerde yanlış davrandıysanız “hep aptal olduğunuzu” söyler.
- Hastalıklı eleştirinin sesi, yaşamınızdaki normal akısı bozar, belli durumları yaşarken kafanızdan geçenleri, duygularınızı ezer geçer.
Öz güven ve öz saygınızı korumak ve yükseltmek istiyorsanız ilk olarak bu hastalıklı eleştirileri kendisine alışkanlık haline getirmiş insanlardan uzak durmayı deneyin. Öz güven kazanmak için kendiniz de bu sağlıksız düşünce biçiminden uzak durmayı alışkanlık haline getirmelisiniz.
Örneğin: Biriyle çıktığınızda onun yanında hissettiklerinizi, yaşadıklarınızı yakalayıp inceleyemezsiniz. Bunun yerine “Benim oradaki hareketimi gördü, sakar olduğumu düşündü. Sevimsiz olduğuma karar verdi. Beni bir daha görmek istemez” dersiniz.
“Hastalıklı veya olumsuz eleştiri” yaşayacağınız herhangi bir acıdan çok daha tehlikeli ve zehirleyicidir. Çünkü acıların hepsi bir zaman sonra geçer; ancak bu eleştiri hep sizinledir. Bu tarz bir kendi kendinizi yerme, zihninizin kontrolünü sizden alır ve hükmeder.
Birlikte büyüdüğünüz değerler ve kurallar “olmalı” lara dönüşebilir: “Hata yapmamalısın”, “Ona şöyle davranmamalısın”, “Sınavdan şu notu almalısın…” gibi. Bu da hastalıklı eleştirinin en önemli silahlarından biridir. Kendinize verdiğiniz bu emirlerin altında ezilirsiniz.
Türk kültür yaşamının büyük düşünürü ve sofisi olan Mevlana, dev eseri Mesnevï’de şöyle bir öz saygı hikayesi anlatmaktadır:
Hikayeye göre büyük ve ulu bir padişah, halkından alçak gönüllü, erdemli ve arif bir kişiyi sarayında misafir eder. Misafirini ağırladığı saray tam yüz odalıdır ve sedef işlemeli mobilyalarla donatılmıştır. Sarayın ihtişamlı avizeleri yakut ve zümrüt taşlarıyla süslenmiştir. Perdeler incili atlas kumaşlardan dikilmiştir. Yemek takımları altındandır. Bu değerli misafire kırk tane uşak hizmet etmektedir. Misafir, padişahın ihsanı ve cömertliği karşısında son derece mahcup olur ve bin bir teşekkürler ederek şükranlarını daima dile getirir.
Ayrılık vakti gelince de, misafir aynı ihtişamla saray kapısına kadar kırmızı halılar döşenerek uğurlanır. Arif köylü, gerisin geri köyüne büyük bir sevinçle döner. Köyün ahalisi, ona sarayın ve padişahın izzet-i ikramının nasıl olduğunu sorar. Köylü arif, pek arifane bir şekilde, gördüğü ilgiyi ve muhteşem güzellikleri en ince detayına kadar anlatır.
Sarayda, yemek yediği abanoz ağacından yapılmış masadan ve alın yemek takımlarından büyük övgü ve hayranlıkla bahseder. Gezmiş olduğu geniş odalardan, ince işlemeli örtülerden ve eşyalardan, güneş ışıklarının huzmeleriyle dans eden ışıltılı camlardan ve pırıl pırıl mis kokulu perde ve kumaşlardan da söz eder. Arif köylünün iyilikten anlar ve kıymet bilir bu tavrı ise ahaliyi ayrıca mesut ve bahtiyar eder.
Gel zaman git zaman aynı ulu padişah bu kez aynı ihtişamlı sarayına bir kara sineği misafir eder.
Sinek ihtişamlı sarayda gezinir, öteye beriye konar kalkar. Zaman zaman ortadan kaybolur ve bir zaman sonra yine aniden bir yerlerden çıkıverir. Bu hal devam ederken, karasineğin de saraydan ayrılık vakti gelir ve karasinek de âdet üzere özenle uğurlanır. Velhasıl, karasinek vakit kaybetmeden kendi köyüne döner ve diğer karasineklerle sohbet etmeye başlar. Diğer sinekler, kara sineğe sarayı ve ulu padişahın izzet-i ikramını sorarlar. Karasinek de pişkin bir şekilde:
“Valla ortalıkta öyle saray falan bir şey yoktu. Bildiğiniz kuru soğuk duvarlar işte. Hatta tiksindirici bir temizlik kokusu vardı her yerde. Ben saray falan görmedim. Sadece kara bir delik vardı. Uşaklar oraya gelip tuvaletlerini yapıyorlardı. Ben de oralarda gezindim. Öteye beriye konup kalkarak vakit geçirdim. Kanatlarımı sıvazladım. Saray dediğiniz şey, sadece kocaman delikli bir tuvaletti… Bu padişahın neresi ulu olabilir ki?” Dillerle destan olan sarayı, düpedüz bildiğimiz tuvaletti yaa..
Mevlâna bu hikâyeden yola çıkarak sözünü şöylece bağlar:
“Ey bu dünyanın en şerefli misafiri olan güzel insan! Her ne kadar bu dünya bir saray gibi ihtişamı olsa da, asil ihtişamlı saray bizzat sensin. O sarayın taht da senin gönlündür. O tahta, her geleni ve layık olmayanı sakın ha asla oturtma. Özünde temizlik, güzellik ve otantiklik olanlar; seni ve senin her şeyini güzel görürler veya güzelliğe yorarlar. Fakat özünde pislik ve kötülük olanlarsa daima senin kötü yönlerini ve eksikliklerini dillerine dolarlar ve tıpkı karasinekler gibi bu yönlerine konup konup kalkarlar. Bu insanları fazlaca itibara alıp kendinden ve özünden feragat etme, ödün verme. Asaletini kaybetme. Kıskançlıklara ve art niyetlere aldırma ve ehemmiyet verme. Daima güzellik ve doğruluk üzere ol. Dostlarının güzel huylu, dürüst ve erdemli insanlar olmasına dikkat et.”