NLP ile Kendinizi Keşfedin ve Potansiyelinizi Fark Edin
Bazen “bir yanım şunu isterken diğer yanım başka bir şey istiyor.” Dediğiniz oluyor mu? Bu çok sık rastlanan bir deneyimdir ve kendinizle iletişiminizde ve dostluğunuzda biraz eksiklik olduğunu gösterebilir. Bunun daha uç boyutlarında, farklı hedefler, değerler ya da sahip olduğunuz ilgiler arasında çatışma görülebilir.
Nihayetinde, kendi içimizde ahengi yakalamanın yollarını bulmamız gerekiyor. Her bir yanımızın ne istediğini saygılı bir şekilde soruşturmak, bu isteğimizin en derinlerdeki amacına kadar izini sürmek ve her bir yanımızın bizim için önemli olan bir şeyi gerçekleştirmek için yaptıkları girişimleri fark etmelerine yardım etmek için kendimizle içsel olarak kurmak zorunda olduğumuz etkileşim yeteneğini kullanabiliriz. Eğer gerçekten bunu yaparsanız, bazen kelimelerle, bazen imajlar ya da duyumlarla ne kadar çok bilgiye ulaşabildiğinizi görüp şaşıracaksınız.
İçsel Diyaloglarınızla Dost Olun
Bu, iyi niyetli yanlarımızdan biri, Gallwey’in “ikinci benlik” olarak adlandırdığı şeydir. NLP’nin kurucuları gibi o da bunun iç diyaloglarımızda hayli önemli bir rolünün olduğunu fark etti. İçimizdeki bu ses bize bir şeyi nasıl yapıyor olmamamız gerektiğini, ya da neyi yapmamamız gerektiğini söyler. Bu ses bizi ikaz eder. Bazen tehdit eder ya da kokutur. Genellikle eleştirir, bir şeyleri hatırlatır. Ve hatta bizi küçümser fakat aynı zamanda kendi tarzında bizim için en iyi olanı yapmaya çalışır.
Diğer yanlarımız kadar içimizdeki bu ahlakçı, yargılayıcı sesle de dostluk kurmamız gerekiyor. Onun neyi gerçekleştirmeye çalıştığını soruşturma ihtiyacı içindeyiz. Genellikle bu bizi sıkıntıya düşürür, utandırır, acı verir veya başarısız kılar; fakat bu noktada durmamamız gerekir. Bazen sorunu bu sesle ele alma ve uysallıkla devam etmek yerine, diyaloğa devam etme ihtiyacı duyarız. Bazen aynı amacı gerçekleştirmek için farklı yollar araştırmamız gerekir. Bazen ihtiyacımız olan şey sadece gerçekte olmakta olan şey konusundaki duyarlılığımıza tekrar odaklanmaktır. Çünkü bu korkulardan ya da tahminlerden oldukça farklı bir şey olabilir.
İçsel diyaloglarımızın olumlu olması bizi hedeflerimiz konusunda desteklemesi açısından çok önemli. İçe dönük konuşma ve olumlu düşünmenin önemi hakkında https://www.sayginnlp.com/olumlu-dusunme-ve-ice-donuk-konusmanin-gucu/ yazımızı mutlaka okuyun.
Kendinize İçsel Diyaloglarınızla Koçluk Yapın
İçimizdeki bu sesle ilgilenmek, kendimizle etkili bir koçluk rolünü geliştirmenin önemli bir parçasıdır. İç diyaloğunuz sebebiyle bir daha ki sefere kendi kendinize zor olan anlar yaşattığınızın farkına varırsanız, söylenmekte olan şeye dikkat edin ve sonra bir adım geri giderek onu değerlendirin. Akla uygun, yararlı ve güvenilir mi?
Onun söyleniş tarzı üzerinizde ne gibi bir etki bırakıyor? Genellikle yaşanmakta olan iç diyaloğun sadece ses tonu ve şiddeti değiştirilerek insanların kötü hislere kapılmaksızın söylenmekte olan şeyin içeriğinden faydalanmaları sağlanabilir. Kendinizi daha fazla huzurlu hissedene kadar iç diyalogunuzun sesine arzuladığınız şekil alt-duyu düzenlemeleri yapabilirsiniz.
Çin Bambu ağacının yetişmesi, olumlu ısrar için güzel bir örnektir. Çinliler bu ağacı şöyle yetiştirirler: önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz. Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir.
Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler. Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede, yaklaşık yirmi yedi metre boyuna ulaşır. Akla gelen ilk soru şudur: Çin bambu ağacı yirmi yedi metre boyuna alt hafta da mı, yoksa beş yılda mı ulaşmıştır? Bu sorunun cevabı tabii ki beş yıldır. Büyük bir sabırla ve ısrarla tohumu beş yıl boyunca sulamış mıydık?.. Bir başarının şartları her zaman çok basittir.
Kişisel Başarının Şartları
- Bir süre için çalışın..
- Bir süre tahammül edin….
- Her zaman inanın…
- Ve hiçbir zaman geri dönmeyin…
Düşünceleriniz Kaliteli Olsun
Düşünmenin de bir kalitesi olduğunu biliyor muydunuz? Liderlik, yönetim, kişisel gelişim, sanat, din, eğitim… tüm bunlar bir düşünce işidir. İşletme bazında günümüzde CEO’lar ön planda yer almaya başladı. CEO’lar dünyamıza yön verir oldu. Peki nedir CEO’ları bu kadar önemli ve vazgeçilmez yapan? CEO’lar fiziksel yetenekleri iyi olan ve bunlarla gurur duyanlar değil, düşünme konusunda mükemmel olmak için akıllıca davranabilenlerdir.
Düşüncelerinizin kalitesini arttırmak için kuantum düşünme tekniğini de kullanabilirsiniz. Özünde olumlu düşünme ve NLP tekniklerinden beslenen kuantum düşünce tekniği size düşünce modellerinizi anlamak ve yönetmek adına sayısız fayda sağlayabilir.
Beyin Gücünüzün Farkına Varın
Şundan emin olabiliriz ki, hepimiz şu an kullanmakta olduğumuzun çok daha üstünde beyin gücüne sahibiz. Hesaplara göre hafızamız, ortalama yetmiş yıldan fazla olan hayatımızın her saniyesinde on bir olay kaydeder ve buna rağmen de potansiyel halde kullanılmayı bekleyen büyük bir boşluk kalır beynimizde. Pek çok insan kötü performanslar için hala beyinlerinin kapasitesinin sınırlılığını suçlamaktadır. “Artık beynim bunu almıyor!”, “Beynim durdu! Çok zayıf bir hafızam var!” ifadelerini günlük hayatta sık sık duymaktayız. Şundan emin olun ki, beyininiz bunların tam tersine sahip, hatta siz kendinizi böyle bir durumda hissettiğinizde bile, bu mükemmel durumlara ulaşıp ulaşamamak arasındaki tek fark, yine düşünce farkıdır. İşin özünde de bu gücü kullanmanın sırrı, onun muazzam kapasitesini ve yaratıcılığını bilmekte yatmaktadır.
Kişisel liderlik ve yönetim konusunda etkin olmak, düşünce tarzın yanı sıra bu konuda neler hissettiğinize de bağlıdır. Kimi zaman “çöküntülü bir gün” geçirmiş olmanız alın yazınız gibi gelir. Duygular, tavırlar ve inançlar kimi zaman kontrolünüz dışında ve düşüncenizin ötesinde, içinizdedir ve bunu hiçbir yönetim kitabı da ele alıp anlatmaz. Oysa bütün bunlar insan başarısında büyük bir etkiye sahiptir. Beyninizin, güzelliklerin ve ilhamın kaynağa olan bu kullanılmayan kısmı oldukça büyük bir potansiyeldir.
Beyninizin Nasıl İşlediğini Öğrenin
Beyin gücümüzü daha da keskinleştirmek için beynimizin nasıl işlediğini öğrenmemiz gerekiyor. Bilmemiz gereken en önemli unsur, beynimizin iki yarım küreden oluşmuş olmasıdır. Sağ taraf hayal gücü, sezgi ve vizyon merkezidir, Sol beyin ise mantıksal düşünce aşamaları ve dille ilgilenmektedir. Sol taraf geleneksel olarak doğru inançların, rasyonel düşüncelerin merkezi ve de bu tür düşünceler için güvendiğimiz dilin bekçisi olduğundan, baskın taraf olarak bilinmektedir. Bu sebeple ülkemizdeki eğitim sol beyne dayalıdır. Bu sebeple pek çok yetişkinin hayal gücüyle yüklü sağ beyni zamanla körelmektedir.
Tam olarak anlaşılmayan sağ beyin hakkında son yıllarda daha fazla nokta açıklığa kavuşmaya başladı. Ayni zamanda da beyni bir bütün olarak kullanıp düşünmenin yeni ve daha iyi bir yolu keşfedildi. Bu yeni düşünme tarzı hem kişisel, hem de mesleki hayatımızın her kısmından daha fazla faydalanabilmemizi mümkün kılmaktadır.
İnsan beyni glikozla çalışan ve genel amaçlı bir bilgisayardır. Maalesef beynimiz, el kitabı olmadan bizim kullanacağımız tek bilgisayardır. Bu sebeple de bizler nasıl kullanacağımızı öğrenmek zorundayız.
1946’lardan önce Scientific Monyhly’de beyin ve hayal gücü üzerine yazılar yazan R. W. Gerard, yaptığı açıklamada şunları söylemişti: “Bunu söylemek oldukça üzücü fakat bizim çoğumuzun zihni, algılayışıdır.”
Son zamanlarda beyin alanında yapılan araştırmalar beynin çalışmasını anlamada bize birtakım ipuçları vermektedir. Fakat her harika açıklamada olduğu gibi, bunlar bize sadece bu mükemmel ve karmaşık organ hakkında ne kadar az şey bildiğimiz ve öğrenecek çok şey olduğunu belirten niteliktedir.
Beyin yıllardır anatomi, psikoloji, ruh, biyokimya, nöro fizik ve biofizik tarafından araştırıldı. Son zamanlarda beynin çalışması daha kesin yöntemlerle ve bilinçli bir şekilde ölçülmeye başlandı; çünkü bilim adamları düşüncenin sürecini “izlemeye” başladılar. Fakat hâlâ bu düşüncelerin içeriği ve yapısıyla ilgili bir fikir edinilemedi.
Beynin çalışması halen gizemini koruduğu için insan beynini tartışırken benzetmelere ve analojilere başvurmak zorunda kalıyoruz.
17. yüzyıl matematikçisi ve filozoflarından Descartes: Beynin fonksiyonu, “Kutsal Almanya”nın kraliyet bahçesindeki hidrolik sisteme benzer.
20. yüzyıl başlarında bu konudaki popüler benzetme: Beyin, dev bir telefon santraline benzer.
20. yüzyılın ikinci yarısından sonra bir benzetme: Beyin, dijital bilgisayarlar gibidir.
80’lerin başında: Beyin, bilgisayarların birbirine bağlandığı bir ağ sistemi gibidir. Bu ağların her biri dil, kısa dönem bellek, görme, işitme ve bunun gibi fonksiyonlarla donatılmıştır.
Büyüleyici karmaşasından ayrı olarak, beyin, tüm tanımlara meydan okuyan ve bunların çok üzerinde büyük bir kapasiteden başka bir şey değildir. Yedi ton ağrılığındaki Cray bilgisayarı, bir saniyede dört yüz milyon hesaplama yapsa bile, beynin bir dakikada yapabildiğini başarabilmesi yüz yıl gibi bir zamana ihtiyacı vardır.
Bunlar her insanın duyduğunda şaşıracağı şeylerdir. Bu yüzden daha fazla çalışmak yerine, daha akıllıca çalışmamız gerekiyor, öyle değil mi? Bu süper ötesi beyin kapasitemizi daha fazla kullanmalıyız. Ve bunu yapabilmek içinde üç buçuk libre, greyfurt büyüklüğündeki pek de hoş bir görüntüsü olmayan bu kütlenin gücüyle ilgili daha fazla bilgiye ihtiyacımız var. Onunla tasarladığımız her işi yapabilme kapasitesine sahip olduğumuzu fark edebilmeliyiz.
Beyin Üzerine Yapılan İlk Bilimsel Araştırmalar
İnsan beynini ilk kez mercek altına alıp inceleyen bilim adamlarının araştırmaları:
Bilim adamları, beynin, nöron adı verilen milyonlarca küçük alt hücrelerden oluştuğunu ortaya çıkardılar. Bilim adamları bu her bir beyin hücresinin ahtapotun dokunaçlarına benzediğini, ana bir merkezden ışınlar yaydığını keşfettiler. Ardından bu dokunaçları milyonlarca küçük çıkıntıları olduğu ve bu çıkıntıların da bir ahtapotun dokunaçlar gibi yüzeylere sahip olduğu gözlenmiştir. Bu durumda ortalama bir beynin on milyar nöron içerdiği tahmin edilmektedir, Psikolog Pavlov’un gözetiminde araştırmalar yapan Profesör Pyotr Anokhin, zekayı beyin hücrelerinin sayısının değil, küçük çıkıntılar üzerindeki beyin hücresi dokunaçlarının etkilediğini ilk fark eden kişi olmuştur.
Her bir çıkıntının en azından bir diğeriyle ilintili olduğunu ve böylelikle diğer hücreler ve diğer gruplarla elekro-kimyasal etkileşimler kurulduğunu açığa çıkarmıştır. Ve ardından da her bir beynin gerçekte bu milyarlarca çıkıntılarla birbirine kenetlenmiş bir model oluşturduğunu keşfetmiştir. Hayatının son yıllarında Profesör Anokhin normal bir beynin kurabileceği bu bağlantıların ve yolların sayısını hesaplamıştır. Bir bilim adamı olarak tahminlerinin kesin olduğunu vurgulamış ve son bildirisinde hiç kimsenin hayatının tamamında beyninin tümüne yakınını kullanamayacağını açıklamıştır. Onun hesapları halen daha bilim dünyasını ve tüm dünyayı hayrette bırakacak niteliktedir. Hesaplarına göre bu bağlantıların sayısı, standart daktilo yazısıyla birin yanına eklenen on milyon kilometrelik bir sıfır dizisi uzunluğundadır!
Yine araştırmalar göstermiştir ki, yaş kaç olursa olsun, eğer beyin uyarılırsa, fiziksel olarak daha fazla çıkıntılar oluşmaya başlar ve böylece beynin kurmuş olduğu bağlantıların sayısalı da buna bağlı olarak artar. Bu yeni bağlantılar, hücrelerin normal ölüm sürelerinden daha hızlı şekilde üretilmektedir. Bu, beyinlerinin sadece on sekiz-yirmi dört yaşlarında en etkin dönemini yaşadığını ve bundan sonra hep gerilemeye mahkum olduğunu düşünen kırkının üzerindeki kişiler için oldukça sevindirici bir haberdir.
Buradan alınması gereken mesaj oldukça açık; İnsanoğlu olarak potansiyelimiz yaşla, beynimizin fiziksel büyüklüğüyle veya herhangi bir kalıtsal özelliğimizle sınırlı değildir, hepimiz Aristo, Einstein veya Da Vinci’nin potansiyeline sahibiz.