SAMUEL JOHNSON “Geleceği satın alabilecek tek şey, bugündür.” Mizaç, karakter ve kişilik, sık sık birbirine karıştırılan kavramlardır. Öncelikle bu kavramların anlamına ve birbirinden farkına değinelim.
Kişilik; bir insanın benimsediği tutumlar ve davranışlarla ortaya koyduğu genel yapısıdır. O kişiye mahsus özelliklerin bütünüdür. Bir kişinin her hangi bir zorlama altında kalmadan ve yapmacık olmayan gerçek benliğidir.
Bir insanın herhangi bir olaya ya da bireye karşı tepkileri ve tutumları, onun kişiliği doğrultusunda şekillenir. Kişilik bir insanı başkalarından ayıran durum ve davranışları içeren tüm ruhsal özelliklerden oluşur. Diğer bir deyişle, bir insanın tüm eğilimlerini, hareketlerini, görünüşünü ve çevresine uyum biçimini kapsar.
Kişilik, bir kişinin hem doğuştan getirdiği özelliklerini, hem aile ve çevreyle ilişkileri sırasında kazandığı davranışların bütünüdür. Mesela ezilen, hor görülen veya baskıya maruz kalan çocukların hem kendi mizaç özelliklerinde hem de anne babaları tarafından yetiştirilme biçimlerinde kusur görülmektedir.
Bunun yanında şunu da gözleyebiliyoruz ki; aynı anne babanın iki’’ çocuğundan biri baskınken, diğeri pasif ve çekingen olabilmektedir. Bu da gösteriyor ki, kişilik eğiliminin ana unsuru ‘kişinin kendi öz yapısıdır.’
İşte insanın doğuştan getirdiği bu temel eğilim ve özelliklere ‘mizaç’ diyoruz. Mizaç kavramı çok eski zamanlardan beri kullanılır. Geleneksel tıpta mizacın vücuttaki kan, balgam, sarı safra, kara safra gibi sıvılarla ilişkili olduğu ileri sürülürdü.
Modern tıpta ise böyle bir bağlantıdan söz edilmemektedir. Ancak insanların mizacında vücut hormonlarının belli bir dereceye kadar etkisi olabileceği de kabul edilmektedir. Örneğin, troid bezleri fazla çalışan kişilerin asabi ve tez canlı oldukları tespit ediliyor. Troid bezi gerekenden çok daha az çalışıyorsa kişinin duygusuz, çevresine duyarsız, hantal olabildikleri görülmektedir.
Yine yapılan araştırmalarda beyindeki hipofiz bezleriyle dişilik hormonları ve mutluluk hissi arasında bağlantı görülmektedir. Aynı şekilde böbrek üstü
bezler ve androjen hormonlarla heyecanlı ve enerjik olup olmama arasında bir alaka tespit edilse şaşırtıcı olmaz. Ancak bu konuda kesin kanaate varabilmek zordur.
Yani, kişinin huyu mu hormonların çalışmasını etkiliyor, yoksa hormonları mı huyunu belirliyor, bu sorunun cevabını verebilmek kolay değil. Belki de bu sorular daima bir bilim adamının varlığa bakışındaki ana felsefesine izafi olarak cevaplanacaktır.
Şu kadar var ki, dünyaya gelen her bebek anne ve babası başta olmak üzere aile geçmişinin genetik kazanımları ile doğar. Annenin hamilelik dönemindeki beslenmesi, alışkanlıkları ve psikolojik durumu gibi etkilerle birlikte biçimlenen bu ilk genetik miras çocuğun mizacının da temelidir. Doğumdan itibaren alacağı eğitimle birlikte mizaç yavaş yavaş eğitilir, karaktere dönüşür.
Sıkça yapılan bir benzetmeye başvuracak olursak, mizaç mutfaktaki temel malzemedir, ancak karakter, aşçının ustalığını göstererek pişirdiği yemektir. Nasıl ki her aşçı temel malzemelerden farklı oranlarda alıp birleştirerek, farklı lezzetlerde yemekler üretebiliyorsa, anne babaların yetiştirdiği çocuklar da böyledir.
Bir başka deyişle mizaç; karakter gelişiminde temel eğilimi ve alt yapıyı gösterir. Çocuğun mizacı, ileride yapacağı tercihleri ve yaşamında baskın rol oynayacak karakter özelliklerini işaret eder.
Mizacın bir başka önemi de şudur ki, çocuk anne babanın genetik bir devamı olduğu için, onları kendisine yakın hisseder. Bu nedenle çocuklar, anne ve babanın kişilik özelliklerini modellemeyi öncelikli olarak tercih ederler.
Çocuğun örnek alarak benimsediği tutum ve davranışlar, bir süre sonra onun alışkanlıklarını oluşturmaya başlar. Bu alışkanlıklarda bilinçaltı boyutta karakter özelliği dediğimiz davranış profillerinin şekillenmesini sağlar.
Mesela bir çocuk, anne babasını sosyal yaşamdan uzak durup, evde, kendi halinde zaman geçirirken gözlemlerse, kendisi de bu tutumu uygun ve kolay bulur, benimser. Tam tersi, anne babasını sürekli dışarıda veya sosyal çevrede zaman geçirirken gören bir çocuk da kendisine sosyalleşmeyi görev bilecektir. Bunların istisnası da olabilir elbette; ancak anne babanın önemli bir model olduğu unutulmamalıdır.
Özellikle küçük yaşlarda kazanılan alışkanlıklarda anne babanın rolü çok belirgindir. Örneğin, yeme alışkanlığı, önemli ölçüde anne tarafından kazandırılır. Annenin beslenme biçimi, daha anne sütü çağından itibaren çocuğu etkiler. Sebze ve meyve gibi doğal gıdalarla beslenen annenin sütüne bu besinleri tatları geçmekte, çocuk küçük yaşta bu tatlara alışmaktadır. Yemek seçen annelerin çocukları da yemek seçmektedir.
Sofrada genellikle yoğun lezzetli bol kalorili gıdaları bulunduran anne, çocuğun tercihlerini etkiler. Bu çocuğun ilerde hafif sebze yemeklerinden zevk alması zor olacaktır. Yine sigara, alkol alışkanlıklarında da anne babanın örnekliği çok belirleyicidir.
Karakterin biçimlenmesinde anne babanın örnekliği yanında ve bilinçli bilinçsiz teşvik ettiği, onayladığı davranışlar da çok önemlidir. Çocuklar birçok davranışı gözlemler ve denerler ama anne babanın onaylamaması halinde bazılarından vazgeçebilirler. Örneğin arkadaşlarına saldıran bir erkek çocuk, babanın gözlerinde onay ve takdir görürse saldırganlığı adet haline getirir. Arkadaşının kalemini silgisini çantasına koyup getiren bir çocuk, annesi tarafından uyarılmazsa bu hareketin yanlış olduğunu öğrenmez, devam ettirir.
Oysa anne babanın uyarıları en azından bu davranışın yanlış olduğunun kavranmasına yardım eder. Çocuk bu davranışları yine yapsa bile, bunun yanlış olduğunun bilincinde olacak, belki özür dilemesi veya düzeltmesi daha kolay olacaktır. Ancak dikkat edilmesi gereken konu şudur; çocukları terbiye edeceğiz derken, öz güvenlerini yitirecek kadar baskıcı olmamak gerekir.
Çocuğun kişiliği okul öncesi çağda önemli ölçüde belirginleşir. Bu nedenle 0-7 yaş dönemi çocuğun kişilik gelişiminde çok önemlidir. Çünkü bu dönemde çocuğun geleceği için son derece önemli olan temel karakter profili şekillenmiş, hatta çocuk tercihlerini yapmıştır.
Bu nedenle çocukların bu en önemli dönemlerinde rastgele kişilere teslim edilmemeleri gerekir. Mümkünse her .anne çocuğunu kendisi büyütmeli, sevgi ve desteğini hissettirmelidir. Eğer anne çalışmak zorundaysa. veya başka bir nedenle çocuğunun yanında olamayacaksa, bakıcı çok iyi seçilmelidir. Çünkü çocuğun bu dönemde benlik algısı önemli ölçüde belirlenecektir.
“Dünyada en zor şey, insanın kendini bilmesidir.” THALES
DERLEYEN… (EDİTÖR)
İletişim:bilgi@sayginnlp.com