Etkili Aile İçi İletişim Nasıl Olmalı?
Aile, içinde insan türünün belli bir biçimde üretildiği, topluma hazırlanma sürecinin belli bir ölçüde ilk ve etkili bir biçimde cereyan ettiği, cinsel ilişkilerin belli bir biçimde düzenlendiği eşler, çocuklar -ailenin biçimine göre başka yakınlar- arasında belli bir ölçüde içten, sıcak ve güven verici ilişkilerin kurulduğu, yine içinde bulunan toplumsal düzene göre ekonomik etkinliklerin az ya da çok yer aldığı toplumsal bir kurumdur
Simpson’a göre ise aile, “kişiler arası iletişimde en önemli unsur” dur. Ayrıca Simpson, bireyin, içinde bulunduğu ortamın etkisiyle gelişen bir varlık olduğunu, dolayısıyla bireyin kişiler arası iletişim örüntüsü, kişinin içten gelen uyarılar, duygu ve isteklerle dıştan gelen baskılar arasında bir denge kurabilmesinin aileden gelen dönütlerle bir zemine oturacağını ve anlam kazanacağını belirtir.
Aile kurumu, çocuğun gelişimi, sağlıklı bir insan olabilmesi için duygusal gereksinimlerin karşılandığı yerdir. Çocuğun gelişiminin, büyük ölçüde çocukluğu boyunca güvenebileceği ve kendine destek olabileceği bir bakıcının varlığına dayandığı kabul edilmektedir. Dünyaya yeni gelen bebeğin yaşamının ilk aylarından başlayarak anne-babanın sıcaklığı, ses tonu ve yine anne-babanın beden titreşimlerine karşı duyarlı olduğu ve anne-baba sevgisinin bebeğe verilen süt kadar gerekli olduğu, bilimsel olarak doğrulanmıştır.
Aile içi ilişkilerinizi geliştirmek için isterseniz https://www.sayginnlp.com/iliski-koclugu-egitimi/ içeriğimize göz atabilir ve bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Bu duygusal bağın çeşitli nedenlerle kurulamaması ve diğer bazı unsurların yoksunluğu durumunda bebeğin yetişkin yaşamında pek çok iletişim sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Aile içinde, ailenin sosyo-ekonomik durumu, cinsellikle ilgili bakış açısı ve ilk çocuk, son çocuk, ortanca çocuk veya tek çocuk olması gibi etkenler nedeniyle çocuğa karşı farklı yaklaşımlar gösterilmesi, çocuğun iletişimde önemli bir unsur sayılan dil gelişiminden başkalarıyla duygusal ilişki kurmaya değin pek çok şeyi etkilemektedir. Sayılan nedenlerin tümüyle olumsuz olması -sosyo-ekonomik düzeyin düşüklüğü, cinsiyet ayrımcılığı ve doğum sırasına göre çocuğa farklı yaklaşımlar sergileme-durumunda çocuk ileriki yaşamına doğru apatik, huzursuz, kolay iletişime geçemeyen, saldırgan, uzun süreli arkadaşlık kuramayan bir süreç izlemeye başlamaktadır.
Simpson, anne-babaların benlik kavramının yeterliliği onların çocuklarıyla ilişki kurma şekillerini etkilediğini belirtir. Ancak benlik kavramı anne-babanın içinde bulunduğu sosyo-ekonomik düzeyle yakından ilgili olduğunu, sosyo-ekonomik düzeyin ailede uyarıcıların azlığını ya da çokluğunu ve uyarıcıların olumlu-olumsuz olmasını büyük oranda belirleyen bir güç olarak karşımıza çıktığının altını çizer. Ayrıca Simpson, sosyo-ekonomik düzeyle birlikte ailenin çocuklara kız ya da erkek olmalarına ve doğumdaki Sıraya göre farklı yaklaşıp yaklaşmaması gibi değişkenlerinde ayrı koşutlukta çocuğu etkilediğini belirtir.
Moreno’ya göre insan, “doğuştan getirdiği durul güç potansiyel- bakımından bir homo-interagens”, yani karşılıklı bir etkileşim içine girme gücü taşıyan bir varlıktır. İnsanın doğuştan getirdiği bu durul güçle mutlu ve verimli ya da mutsuz, hasta bir insan olarak yaşamını sürdürmesi, onun kişiler arası ilişkilerinde iletişimi ne denli öğrendiğine ve etkili kullanmasına bağlıdır. Bireyin kendi iç dünyasında ve kişiler arası ilişkilerinde başarılı olabilmesi, bu konu da bilgi ve becerilerin aile içinde öğrenilmesi-öğretilmesiyle olanaklı görünmektedir. Bu yüzden aile, çocuk için yaşamsal bir öneme sahiptir.
Sosyal Öğrenme kuramına göre, “insanlar iç kuvvetlerden daha çok kişisel ve çevresel etmenlerin karşılıklı olarak birbirlerini etkilemeleriyle oluşurlar.” Buna göre ailenin, birey için çocukluğundan başlayarak her aşamada önemli bir yeri olduğu belirtilir. Cooper, pek çok ailenin olumsuz sosyo-ekonomik koşullarından dolayı aile içinde gergin bir ortamın yaratıldığını; rahat olamama, sakin, etkili, yaratıcı ve atılgan olamama durumlarının oluşturulduğunu, böylece çocuğun yaşam boyunca bunlara göre bir kişilik tarzı edindiğini, dolayısıyla çocuğun yetişkin yaşamda kullanacağı iletişim becerilerinin de bu doğrultuda olduğunu söyler. Dökmen de, aynı doğrultuda, etkili iletişim kuramamanın bir kısmının özellikle aile içinde iletişim kurmadaki bilgi eksikliğinden kaynaklandığını belirtir.
Aile içi iletişim, yani hem eşler, hem de ebeveynler ve çocuklar arasındaki iletişim problemlerini gidermek adına profesyonel destek almak isterseniz https://www.sayginnlp.com/aile-koclugu-egitimi/ yazımıza göz atabilir ve bizimle iletişime geçebilirsiniz.
İnsanları yalnızca birbirlerine nasıl geri bildirim vermeleri gerektiği konusunda eğitmek bile çatışmaları, iletişimsizlikleri azaltabileceğini belirtir.
Adler ise çevrenin birey üzerindeki yerini tartışırken özellikle aile üzerinde durmuştur. Adler çocukluk dönemlerindeki etkileşimler sonucu -doğum sırası, ailenin sosyo- ekonomik durumu, kültürel yapı kişinin kendine özgü bir davranış örüntüsü geliştirdiği görüşünü savunmakta ve buna “yaşam biçimi” adını vermektedir.
Adler’e göre bu kavram, “bireyin amaçlarını, kendisine ve dünyasına ilişkin görüşlerini ve amaçlarına ulaşabilmek için edindiği alışılmış davranışların belirler.” Buna göre, yaşama biçimi, yaklaşık olarak, çocuk beş yaşlarına geldiğinde yaklaşık ve sonraki yaşamda belirgin bir değişiklik göstermez.
Freud, çocuğun gelişimini ve sorunlarını, onun biyolojik dürtüleriyle ailenin çocuğun karşısına çıkardığı gerçeklerin bir çatışması ve cinsel gelişim süresince çocuğun annesine -ya da babasına- karşı bir tutku geliştirmesiyle açıklamıştır. Buna karşılık Adler, anne-babanın tutumlarına, cinsiyete ve kardeşler arasındaki ilişkilerin -doğum sırasına bağlı olarak- niteliğine önem vermiştir. Bu anlamda, çocuğun ilerleyen yaşlarda ve yaşam boyunca kuracağı iletişimlerin niteliği, bu üç değişkene -anne-baba tutumuna, cinsiyete ve doğum sırasına- göre belirlenecektir.
Adler’e göre, “ailenin sosyo-ekonomik durumu ve içinde bulunduğu kültürün cinselliği algılayış biçimi, çocuk üzerinde önemli izler bırakmaktadır.” Algı dünyası buna göre şekillenecek olan çocuk, ilerleyen yaşlardaki iletişimlerinde, örneğin cinsel yaşamındaki doyumunda bu doğrultuda etkin ya da edilgen olabilecektir.
Gardner, cinsel kimliğin edinilmesi sürecinde yaklaşık olarak üçüncü yılla altıncı yıl arasında yer alan dönemin erkek ya da kız çocuğu geçiş rollerinin belirginleşmesiyle önem kazandığını belirtir. Buna göre, cinsiyete özgü davranış farklılaşmaları iki-üç yaşındaki çocukların oyunlarında ve diğer iletişimlerinde görülmeye başlar. Cinsiyet rolleri süreç içinde giderek farklılaşır. Gardner, hemen tüm yaş düzeylerinde kız ve erkek çocukların arasındaki farklı cinsiyet rollerine sahip olmalarının onların çevresiyle iletişimini ve okul davranışını etkilediğini açıklamaktadır. Ev ortamında kızların ve erkeklerin farklı rollerle yetiştirilmelerinin, bu konudaki yetiştirilme tarzlarının, erkek çocuğun daha kolay ve istenilen nitelikte uyum sağlamasını getirdiğini belirtir. Temel eğitim çağında kız çocuk öğretmen ve okulun sosyal beklentileri olan sakinlik, ağırbaşlılık ve uysallık gibi beklentilerden kaynaklandığı söylenebilir. Ailelerin çocuklar, ailelerin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik düzeyle yakından ilgili görülmektedir.
Söz konusu durum, kardeşler arası ilişkilerde de –doğum sırası değişkeninde- geçerli olabilmektedir. Munroe’ye göre “doğum sırası çocuğun kişilik gelişimi ve iletişim tarzı konusunda çok etkili bir etmen”dir. Buna göre “en büyük çocuk, tacını yitirmiş bir kral’dır. İkinci çocuk kendisinden daha güçlü ve yetenekli büyük kardeşle kendisinden sonra gelen kardeşin yarattığı ikili sorunlarla baş etmek zorunda alan çocuktur. Bu durumda, ikinci çocuk diğer kardeşler Kadar yetenekli olmadığı inancını geliştirebilir. Bu da onu etkili iletişimlere girme konusunda çekimser yapabilecektir.
En küçük çocuk ise benmerkezci tutumlar içine girerek kendisinden büyük kardeşlerinin varlığı yüzünden sürekli bir yetersizlik duygusu içinde olduğundan, iletişimlerini bu doğrultuda kurmak durumunda kalacaktır. Yalnız başına yetişen tek çocuk ise toplumsal davranışların gelişmesi için gerekli alış-veriş ortamından yoksun olduğundan, yeni ve etkili iletişimler oluşturmada zorlanabilecektir.
Profesyonel olarak aile içerisinde yaşanan problemlere danışmanlık yapabilmek, aile içi çatışmalarda eşlere ve ebeveynlere yol gösterebilmek adına kendinizi geliştirmek isterseniz https://www.sayginnlp.com/aile-koclugu-sertifika-programi/ yazımıza göz atabilir ve sertifika programımız ile ilgili bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Harris’e göre, “ilk çocuk ailede özel bir pozisyona sahiptir ve anne-babasının ilgi ve sevgisini paylaşma baskısı olmaksızın onların bölünmemiş ilgilerinin tadını çıkartır.” Harris, anne-babaların ilk çocuklarından, daha sonra doğan çocuklarına oranla daha yüksek beklentileri olmasın bunlarla daha fazla ilgilenmelerinin sağladığını belirtir. Buna göre, “anne-baba onayı ilk çocuklar için güçlü bir güdülenme” dir. İlk yıllar süresince anne-babanın çocuğun temel toplumsal destekleyicisi olduğunu belirten Harris, bu durumun ilk çocukların okulda ve iş yaşamında daha iyi iletişimler kurmasını sağladığını belirtir.
Harris’e göre ortanca çocuk, “daha yüksek yalnızlık içinde olmasından dolayı iletişim becerileri de düşüktür.”
Harris, bir yanda anne-babanın ilk çocuğa ilgisinin çocukluk ve daha ileriki dönemlerde güçlü kaldığını, diğer yandan ailenin son çocuğunu sevgiyle şımartması ve duygusal olarak yakın tutmasından dolayı ortanca çocuğun iki yoğun ilişki arasında yetişmesinin sağlandığını ve böylece ortanca çocuğun ihmal edilmesi, kendini yalnız hissetmesi ve etkili iletişim kuramamasının sağlandığını belirtir. Ayrıca aile etkileşim örüntüsünün bir sonucu olarak, ortanca çocuğu, aile dışındaki insanların ilgi ve arkadaşlığını sıklıkla aradığını; dışa dönük olmaya eğilimli olmasına karşın, sosyal çevrelerinde pek başarılı veya etkili olmadıklarını açıklar.
Bunların yanı sıra, ilk ve son çocuklarla kıyaslandığında, ortanca çocukların, akranları tarafından daha çok popüler olmayan, iletişime kapalı görünümü veren çocuk olduğunu belirten Harris’e göre, “son çocuk, ilk çocuk gibi başarı yönelimli, çabalı ve popüler olmaya eğilimli iken, ortanca çocuk biraz güvensiz olma eğilimindedir.”