Duyguları Anlamak – Duygularımız Nasıl Oluşuyor?
Duygularımız davranış ve tutumlarımıza yön vererek hayatımızı şekillendiren temel unsurlardan biridir. Olaylar karşısında verdiğimiz tepkileri anlamlandırmak için işe duygularımızı ve duygularımız arkasındaki nedenleri anlamaya çalışarak başlamalıyız. Bu yazımızda duygularımızın nasıl oluştuğu üzerine duracağız ve düşüncelerimizin duygularımız ve fizyolojimiz üzerindeki etkilerinden bahsedeceğiz.
Duyguları Anlamak
Duyguları anlamak için ilk olarak diğer etmenlerin duygularımız ile ilişkisine göz atalım. Bir duygu halinde temelde dış çevre, fizyoloji ve inançlar gibi duygular üzerindeki üç ana boyut dikkatimizi çeker.
Dış Çevre – Duygu İlişkisi
Bunlardan ilki, duygu haliyle ilişkili gözüken, kişinin genelde dış çevresinde oluşan bir olaydır. Örneğin sevinç bize bir hediye verilmesiyle; öfke, hakkımızın yenmesiyle; korku, başıboş gezen bir köpekle karşı karşıya kalmamızla; hüzün ve çöküntü, sevdiğimiz birisinin ölümüyle; mutluluk, dünyaya getirdiğimiz bir çocukla ilişki içinde olacaktır. Ancak önemle vurgulayalım ki, dış çevre olaylarının duygularımızla ilişki içinde olduğunu söylerken, duygularımıza neden olduklarını söylemek istemiyoruz.
Dış çevre olayları, duygu sürecinin başlamasına neden olurlar, ancak hangi duygu halinin oluşacağını belirleme gücüne sahip değildirler. Bu güce asıl sahip olan boyutu daha ilerde tartışacağız. Şimdilik, herhangi bir dış çevre olayların birbirinden farklı duygu hallerine ancak vesile olabilecek kadar önem taşıdığını belirtmekle yetinelim.
Fizyoloji – Duygu İlişkisi
Duygu hallerinde önemli bir başka boyut fizyolojik düzeyde gösterdiğimiz davranışlar ya da tepkilerdir. Örneğin, kalp atışlarında hızlanma, kaslarda gerilme, kan basıncın azalması ya da çoğalması, mideye normalin üstünde asit salgılama, göz bebeklerinde genişleme ya da küçülme, vb, birçok fizyolojik değişim çeşitli duygu hallerinde gözlenebilir, Fizyolojik davranışların yani sıra, gözlenebilir davranışlarımızda da değişimler söz konusudur, Örneğin, öfke veya sevinç duyarken, duygularla ilişkili bir olaya yaklaşma davranışı gösterirken; korku duyduğumuzda, olaydan kaçma ya da kaçınma davranışı içine girebiliriz.
Duygu yönetimi için ilk olarak düşüncelerimizi yönetebilmeliyiz. Bunun için de hem kendimizle hem de çevremizle olan iletişimimizi geliştirmek hem de kendimizi daha iyi tanımamız gerekiyor. Siz de kendinizi daha iyi tanımak ve duygularınızı yönetebilmek için NLP teknikleri eğitimi alabilirsiniz. NLP, kendinizi ve duygularınızı yönetebilmeniz için siz profesyonel teknikler sunar.
İnançlar – Duygu İlişkisi
Üzerinde duracağımız son boyut, duygu sürecinin başlamasına neden olan dış çevre olayı ile ilgili geliştirmiş olduğumuz inançlarımız, olayla ilgili yorumlarımız, değerlendirmelerimiz düşüncelerimiz, olaylara yüklediğimiz anlamlar, özetle, olayla ilgili olarak kafamızın içinde yaptığımız monologlar ya da iç konuşmalardır.
Duyguların Anatomisi
İşte herhangi bir duygu halinde söz konusu olan boyutların anatomisi: Olaylar, düşünceler ve davranışsal fizyolojik tepkiler. Bu üç boyut arasında belirli farklılıklardan ve nedensellik ilişkisinden söz edilebilir. Genelde, davranışsal ve fizyolojik boyut herhangi bir duygu halinin son noktası ya da ürünüdürler. Kolayca gözlemlenebilirler. Dış çevre olayları da kolay gözlemlenebilirler.
Davranışsal boyutun aksine, duygu sürecinin sonunda ve bir ürün olmaktan çok, sürece başlama işareti veren malzemelerdir. Düşünce boyutu ise, bu malzemeyi isleyen, ona şekil veren olaylar ve davranışlar arasında, dış çevrede değil de iç çevremizde oluşan boyuttur. Bu boyutta yer alan iç çevre olaylarını, yani düşüncelerimizi, bırakın başkalarını, kendimizin bile gözlemesi oldukça zordur. Düşüncelerimiz, son derece hızlı oluşan ve akıp giden süreçlerdir; tıpkı bir flaş patlaması gibi.
Ayrıca, her zaman sözcüklerden de oluşmazlar. Resim ya da imgelerle de düşünürüz. Sözcüklerle düşünsek bile, çoğu kez bunların oluşturdukları cümleler tam değildir. Örneğin, bir hapşırık sonrası “Eyvah!” gibi bir düşünce, aslında, “Eyvah, grip olacağım; belki 3-4 günümü sıkıntı içinde içinde geçireceğim, kendimi işime gücüme tam veremeyeceğim” gibi bir düşünce bütününün kısacık bir özeti olabilir. Düşünce süreçlerinin bu hızlı akışları gözleme kapalı olduğu için, genelde, duygularımızın oluşumlarında sahip oldukları güce yeterince önem vermeyiz. Duygularımızın açıklamasını ve nedenini daha çok çevresel olaylara atfederiz. Pek tabiidir ki, olaylar düşüncelerimize kıyasla daha kolay gözlemlenebilirler. Duyularımıza hitap ederler; onları duyabilir, görebilir, koklayabiliriz.
Duygusal Tepki Göstergelerine Örnekler
Olayların ve onları izleyen duygusal tepki göstergelerinin daha somut bir şekilde gözlemlenebilir olmaları, bizleri, olayların duyguları ortaya çıkarması gibi yanılgılı bir nedensellik bağı kurmaya itebilir. Bundan olsa gerek ki, başkalarının yaptıklarının ya da sözlerinin bizi mutlu ya da mutsuz ettiğine; Ahmet’in Ayşe’yi kızdırdığına; çocuklarımızın bizi çileden çıkardığına, sınanmanın bizi kaygılandırdığı gibi nedensellik açıklamalarına inanır olmuşuzdur. Yukarıda örnek olarak verdiğimiz ifadelerin tümü yanılgılıdır. Olayların bizde belirli bir duygu halini üretme güçleri yoktur. Temelde olaylar nötrdürler. Olayların nötrlüklerini ortadan kaldırıp onlara anlam veren düşüncelerimiz, yorumlarımız ve değerlendirmelerimizdir.
Bir insan öldürme gibi uç bir örnek alalım: Bu olay, acaba her kişide aynı duygu haline neden olacak mıdır! Acaba, örneğin, gözlemlenen bir öldürme olayı karşısında her kişi öfke, korku ya da sevinç duygularından birini gösterecek midir? Hayır! Öldürme olayı karşısında kişinin hangi duygu haline gireceğini saptayan asıl unsur, bu olayın kişinin kafasında nasıl bir anlam kalıbına oturtulmuş olduğudur. Öldürmeden öldürmeye fark vardır. Bu fark öldürme olayının kendisinde değil, ona bakan kafalardaki düşünce farklılığında yatar. Belirli bir kişiyi ya da grubu “düşman” olarak tanımlamış ve yorumlamış, bu tanıma uyan herhangi bir kişiyi öldürme sonunda “sevinç” ya da “rahatlama” duygularını yaşadığını söyleyen insanlar vardır. Askerlere bunun için madalyalar verilir….
Bir başka uç örnek: Çoğumuz ayıların bizi korkuttuğuna inanırız. Bu yanılgılı bir inançtır. Ayılar bizi korkutmaz! Bizi asıl korkutan, ayı hakkında belleğimize yerleştirdiğimiz bilgiler, anlamlar ve inançlardır. Korkumuzun asıl kaynağı, ayılar hakkında öğrenmiş olduğumuz “tehlikeli” anlamıdır. Böyle bir anlam edinmemiş birisi ayıyla karşılaştığında, ondan korkmayacaktır. Örneğin küçücük bir çocuk, ayı hakkındaki bilgileri sadece sevimli “oyuncak ayısı” ile sınırlandırmış ise, gerçekte ayıyla karşılaştığında ona “oyuncak” anlamıyla yaklaşma eğilimi içine girebilecektir.
EFT (Emotional Freedom Technique) yani Duygusal Özgürleşme Tekniği ile duygularınızın üzerinizde oluşturduğu baskıdan kurtulabilirsiniz. EFT tekniği ile çok hızlı bir şekilde duygu değişimleri yaşayabilir ve ihtiyacınız olan her an duygularınızı kolayca yönetebilirsiniz. Duygu yönetiminde kullanabileceğiniz EFT tekniği uygulaması ile ilgili detaylı bilgi almak isterseniz https://www.sayginnlp.com/eft-teknigi-nedir-eft-yontemi-ve-vurus-noktalari-rehberi/ sayfamızı inceleyebilirsiniz.
Onun içindir ki, yetişkinler çocukların hayvanlara karşı geliştirdikleri davranışlar karşısında “Ne kadar da korkusuz çocuk” ifadesini kullanırlar. Aslında ifade doğrudur; gerçekten de çocuk kendisini hayvandan korkutacak düşünceleri henüz öğrenmemiştir. Öğrenmesi için de hayvanla karşı karşıya gelmesi gerekmez. Bize, yani büyüklerine bakar, onların hayvanlar hakkında geliştirmiş oldukları düşünce ve anlam kalıplarını ve bunların neden olduğu duygu halini gözlemler ve o da bizler gibi ayılardan korkmayı (belki isabetli olarak) gözlem yoluyla öğrenmiş olur. İşte bu ayı örneğinde olduğu gibi, ayının görüntüsü ile kaçma olayı o denli hızlı olacaktır ki, görüntü le kaçma arasındaki düşünsel faaliyetler bir refleks hızıyla gelip gidiverecektir.
Düşüncelerimizin Duyguları Ortaya Çıkartma Süreci
Düşüncelerimizin duygularımızı ortaya çıkarma ve şekillendirme gücünü, özellikle yeni karşılaştığımız olaylarda yavaş bir hızla gözlemlememiz daha mümkündür, Diyelim ki, ilk kez New York’a gittiniz. New York sokaklarında yürüyorsunuz.
Yol üstünde birine bir yer sordunuz ve gayet asık bir surat eşliğinde “Hadi be, git işine” gibi bir yanıt aldınız. Bir başka durumda, bir köşe başında bıçaklı bir kavgaya şahit oldunuz. Daha sonra adamın biri yıldırım hızıyla elinizden çantanızı kapıp kaçtı ve çevrenizdeki hiçbir Allah’ın kulu bu olaya aldırış etmedi. Şimdi siz New York hakkında düşünmeye başlayacaksınız. Bu olaylar dizisi, doğal olarak düşünmenize neden olmuştur.
Ancak, New York hakkındaki düşünceniz ya da bu şehre vereceğiniz anlam üzerinde etken olan bu olaylar değildir. Bu, size kalmıştır. Şimdi siz, “Bir şehirde böyle şeyler oluyorsa, o şehir kötüdür” gibi bir aşırı değerlendirme yapıyorsanız, New York’la ilgili üreteceğiniz duygu hali, düşünce içeriğinizin dikte ettiği doğrultuda olumsuz olacaktır. Şimdi, New York olumsuz duygulara neden olan bir şehir midir? Tabii ki, hayır. Öyle olsaydı New York’a kimse gitmezdi! Üstelik, çevremizde New York hakkında olumlu duygular besleyen insanlar görmememiz gerekirdi.
Bu noktaya kadar yaptığımız tartışmayı toparlayacak olursak. kişinin duygularına neden olarak, genelde dış çevresel olayları gösterme gibi önemli bir yanılgıya düştüğünü vurguladık. Olaylar duygu halleriyle ilişkilidirler, ancak bu, nedensel bir ilişki değildir. Duygularımızın asıl kaynağı, olaylar hakkında yaptığımız yorumlar, değerlendirmeler, iç-konuşmalar ve onlara verdiğimiz anlamlardır. Bu tartışmalarda özetlendiği üzere, duygusal tepkilerimizin oluşumları düşüncelerimize bağlı olduğuna göre, duygu halimizi değiştirmek de, olaylar hakkındaki değerlendirmelerimizi ve onlara yüklediğimiz anlamları değiştirmeye bağlı olacaktır.
Düşündüğümüz Gibi Hissederiz
Bu noktada duygularımızın düşüncelerimizin dümen suyunda oldukları, bir başka ifadeyle “düşündüğümüz gibi hissederiz” tezini biraz daha açabilmek ve pekiştirebilmek amacıyla gene bir örnekten hareket edelim. Diyelim ki, kalabalık bir kaldırımda yürürken birisinden sert bir omuz darbesi yiyorsunuz. Bu olayın hemen sonrası, omzunuz acırken kafanızdan şu düşünceler deşiyor: “Farkında olmadan, kazayla çarpıştık”. Ne hissedersiniz? Kaygı mı, çöküntü mü, yoksa öfke mi? Bir de, aynı olay sonrası şöyle bir alternatif değerlendirme yaptığınızı varsayın: “Omuz darbesi kasıtlıydı”. Ne hissedersiniz? Örneğin, hangi düşünce tarzı sizde daha çok öfke doğuracaktır? İkinci yorumlamada, olayın gerisinde bir kasıt olduğuna inanılırken, birinci düşüncede olaya yüklenen anlam, omuz darbesinin bir kaza sonucu olduğu inancına dayandığına göre, ikinci anlam yakıştırmasının doğrultusunda öfke duygusunun oluşması daha yüksek olasılıktır.
Çevremizdeki olaylarla ilgili inanışlarımız, onlara karşı geliştireceğimiz duygusal tavrımızı belirler tezimize, bir de iki uç örnek alarak bakalım: Diyelim ki, “A kişisi insanlar kötüdür” , “B kişisi ise insanlar iyidir” inancına sahiptirler. Sizce bu kişilerden hangisi kendini insanlardan daha çok korumaya çalışacaktır? Hangisi insanlarla ilişkilerinde art niyet aramayacaktır?
Hangisi insanlara sert, hangisi sevecen yaklaşacaktır? İnsanlar aynı insanlar; ancak onlar hakkında geliştirmiş olduğumuz ve aşırı genellenmiş farklı inançlarımız, insanlar arası duygusal tavrımızı farklı kılacaktır.